|
Cöntürk’ün (1918) iddiası büyüktür. O güne değin (1950’li
yıllar) kendi kuşağına dünkü kuşaklardan “hemen hemen hiçbir
eleştirel güç” devredilmemiştir. Eleştiride her ne kadar
“yadsımalara yer olsa da, eklenip uzayan bir zincir, kat kat kurulup
yükselen bir yapı var”dır. Oysa Cöntürk işe koyulduğunda ortada ne
“İşte eleştiri!” diyebileceğimiz bir zincir, ne de bir bina vardır.
Bu bir yana, ilk halka bile mevcut değildir. Söz konusu binanın
temelleri veya zincirin ilk halkası, başarılabilirse, Cöntürk ve
kuşağınca kurulacaktır. Cöntürk’ün iddiası budur.
Cöntürk’e göre eleştiri bilimsel bir disiplindir.
Edebiyatın hizmetindedir; ama edebiyat eseri değildir. Kendine özgü,
bağımsız, bütünlüklü bir yapıdır. Cöntürk’ün bütün çabası böyle bir
yapıyı vücuda getirme amacına dönüktür. İşte bu çabanın en önemli
özelliklerinden birisi, her daim değişim fikrini canlı tutmasıdır.
Yeniye sahip çıkma bilinci olarak da okunabilecek bu tavır,
eleştiriyi, durağanlaştırıcı ve yozlaştırıp mecrasından saptırıcı
virüslere karşı korur. Cöntürk’te değişim fikri dediğimiz şeyin
adresiyse çağdaş duyarlıktır. Çağdaş duyarlığı sezemeyen bir
eleştirmen, eleştirmen bile sayılmaz: “Bir eleştirmecinin
eleştirmeci olması çağdaş duyarlığı sezmesi, duyması ve kavraması
ile başlar diyebiliriz. Eleştirmeden önce bir ‘edebiyat anlayışı’na
varmak şarttır. Bu da her şeyden çok çağımızın duyarlığının adamı
olmak ve ayni zamanda o duyarlığı kuranlardan biri olmaya çalışmakla
mümkündür bizce.” (Cöntürk 1958, 12)
Bir eleştirmenin “çağdaş yaşayışın duyarlığına erişmesini”
engelleyen en önemli virüs dogmatizmdir. Cöntürk, bir ideolojinin
(bir sistem, bir doğrular / yargılar bütünü) yedeğinde eleştiri
yapmak, çözüm yollarını teke indirmek, keyfilik ve dogmatiklik
arasındaki sebep sonuç ilişkisini görememek, öncekilerin beğenisine
itaat etmek ve üslûba yansıyan şimşekler şeklinde
sıralayabileceğimiz dogmatizm türlerine büyük bir titizlikle karşı
çıkar. Dogmatizm başlığı altında topladığımız yöntemlerden birine
veya birkaçına bulaşmış her eleştirmen yargıççıl eleştirmendir.
“Yargıççıl eleştirmecinin ölçütleri kesindir. Ne zamanla değişir, ne
de eleştirilen yapıta göre esneklik kazanabilir. Bunlar yargıçların
yasaları gibi mutlaktır. Yargıççıl eleştirmenlere bu yüzden mutlakçı
(absolutist) eleştirmenler de denir.” (32) Yargıççıl eleştirmenler
“edebiyat klâsikleri yerine edebiyat dışı katılaşmış ideolojileri
(katılaşmamış ideoloji de acaba olur mu?) örnek tuttukları için
mutlakçıdırlar. Buradaki ideoloji dinsel, toplumsal, siyasal
olabilir. En güzel örnekleri de Marxçılık ve Yeni Hümanizmdir.” (32)
“Eski, yeni, hangi tipte olursa olsun, yargıççıl
eleştirmenleri birleştiren şey yalnız ölçütlerinin mutlak oluşu
değil, belki de onun sonucu olarak, çok defa yalnız kendi ölçülerini
beğenmeleri, başka ölçüleri yanlış saymalarıdır. Yargıççıl
eleştirmenlerde en ilginç yan hepsinin de ‘olmalı’ demeleri, kendi
ölçülerine uymayan, o ölçüde ‘olmayan’ yapıtları çokluk aforoz
etmeleridir. Bizde yargıççıl eleştirmen var mı? Bu tutumda olmasa
bile ona en yakın düşenler kimlerdir? Bu soruya cevap verebilmek
için geniş bir çalışma yapmaya ihtiyaç vardır. Bununla beraber, işte
ben varım, diye kendilerini gösterenler de yok değil: F. Naci gibi.”
(32)
Fethi Naci (1927) gibi düşünenler “nesnel gerçeklere,
doğrulara sadık kalmakla birlikte, sade bu doğruları yazmakla
birlikte, ‘edebi’ yapıt verilebileceğine inanmış durumdadırlar. Oysa
bu ‘doğrular’ orada durdukça, yazar onları, yalnız onları kullanmağa
mecbur oldukça edebiyatın ilk kendine özgülüğü olan ‘seçme’ işi
ortadan kalkmış olacak demektir. Yalnız doğrularla iş gören bir
tutumda edebiyat yapıtında en önemli unsur olan ‘edebi sentez’e pek
imkân kalmıyacağı açık olsa gerektir. Ancak dogmatik eleştirmenler
bir doğrular sitemine, bir felsefe öğretisine sıkı sıkıya bağlı
kalınmasını isterler. Oysa edebiyatın başlıca özelliği onun her
felsefeyi aşması, en küçük bir satırının bile sırasında çeşitli
anlam ve yorumlara elverişli olmasıdır. Onu bilim ve felsefeden
ayıran ana özellik te budur.” (18-19)
“Kalıp fikirler, mutlak fikirler etrafında çöreklenme”
diyebileceğimiz teke indirme özelliğiyse, eleştirmenin “düşünce ve
duyuş sisteminde genellemeye, kesinliğe” kaymasına yol açar. (Cöntürk
1962, 15) Tek yanlı düşünceler Cöntürk’e göre ıslaha muhtaçtır.
Keyfilikse bambaşka bir âlemdir. Her tür katılık nasıl
dogmatizmse, bizce karşıtı, yani her tür sıvılık da bir tür
dogmatizmdir. Sıvıcıların katıcılardan farkı bir sistem
kurmamalarıdır; lâkin sistem yokluğu ne özgürlük, ne çoğulculuk, ne
de başıboşluktur. Bunlar katıcıların katılıkta ayak diremeleri gibi,
sıvıcılıkta ayak direyen dogmatiklerdir: “Onlarca ya katılık, ya da
sıvılık vardır. Arada hem katılığı, hem de sıvılığı olan başkaca
ölçü sistemlerinin varlığını düşünemezler, ya da düşünmek
istemezler. Oysa en saygın olan sistemler bu araya düşmektedir.
Bunların kendilerine göre bir esnekliği, yumuşaklığı vardır ve
parolaları ‘olursa’dır. Şu ya da bu nitelikte ‘olursa’ yapıtları
beğenirler, fakat bu nitelikte olmıyanların da güzel olabileceğini
kabul ederler. Fazla öznelliğe kaymamak için yapıtları teker teker
değil gruplar içinde, ya da organik bir bütün içinde düşünürler ve
ölçülerini bu grupların, bu organikliğin hakkını verecek şekilde
tertiplemeğe çalışırlar.” (Cöntürk 1958, 34)
Öğretmeninin sözünden çıkmayan uysal öğrenciler
yetiştirmekten başka bir işe yaramayan öncekilerin beğenisine itaat,
herhalde dogmatizmin en aşağı derecesidir. Üslûba yansıyan
şimşeklerse, ne yazık ki, pek çoğumuzun kaçınamadığı bir husustur.
Değişim düşmanı dogmatizm kadar önemli bir başka virüs de
determinizmdir. Kaçınmak gerekir: “Bir olayı doğuran sebeplerden
yalnız birini görüp ötekilerini görmemek ya da görmezliğe gelmek,
gerekirciliğe kaymak demektir. Her türlü yorumlama, açıklama işinde
olay ya da durumları yalnız bir açıdan ele alıp başka açıları
görmezliğe gelmek te gerekircilikten sayılabilir.
Gerekirciliğe benzer eğilimler ‘seçme’ işinde de kendini gösterir:
Seçilecek türlü şey içinden yalnız birini seçmek, hep ayni şeyi
seçmek.” (Cöntürk 1962, 47)
Cöntürk’e göre bazı eleştirmenlerin durmadan eskiyi övüp
yeni olana güvensizliklerini belirtmelerinin nedeni
cesaretsizliktir. Cesaretsizlikse araştırmak ve bulmak yolundaki
noksanlıktır. “Eleştirmeyi bir şeyler keşfetmek, yeni değerler
ortaya çıkarmak anlamına değil, bizden önce keşfedilenlere itaat
etmek” şeklinde anlamaktır. (51)
Eskiye sığınmanın, cesaret yoksunluğu kadar önemli bir
başka nedeni de söz konusu eleştirmenlerin “çağlarına
ısınamamaları”dır. Öyle ya, çağına ısınamayan bir başka çağa gider.
Şunu hesap edemeden gider: Çağından vazgeçip bir başka çağın
misafiri olmayı seçen, hiçbir zaman bir yabancı olmaktan kurtulamaz.
Her ne kadar çağını anlama çabası göstermeyene nazaran, çağına
“ısınamayan”ın meşru mazeretleri olsa da, sonuç değişmez.
Değişimde hem yeni eseri, yeniliği savunmanın, hem de
yarına kendinden emin ve umutla bakmanın imkânı vardır: “Otoriteci (authoritative),
üniversite mensuplarına özgü (academic), öğrenimsel-öğretimsel (pedagocic)
gibi adlar da alan mutlakçı (absolutist) eleştirmenler, yapıtların
değerini biçerken, dünkü yargıları olduğu gibi kabullenmekle,
kendilerinden önce gelenlerin yargılarına uymakla,
cesaretsizliklerini, kendi yetkinliklerine güvensizliklerini (buna
‘öğrenci yeteneksizliği’ de denilebilir) göstermiş olmuyorlar mı?
Bazı yapıtların büyük, en büyük olarak yaşayacaklarını öne sürmekle
bundan sonra gelecek edebiyat yapıtlarının hem değerini şimdiden
küçümsemiş, hem de yeni yapıtların edebiyat alanına girmesiyle
eskilerin değerlerinin değişebileceği ihtimalini görmezliğe gelmiş
olmuyorlar mı?” (38)
Eskiye sığınmayı reddetme bahsinde şu ayrıntıyı kaçırırsak
Cöntürk’ü yanlış anlama ihtimalimiz artar: Dünden gelen edebiyat
eğrisini ve o eğri üzerindeki yeni noktayı görmek ve göstermek!
Cöntürk’ün yerleştirmeye çalıştığı anlayış budur.
Cöntürk, bir eseri “çağımızın beğenisine göre” yorumlamanın
gereğine inanır: “Tarihi yapan, her çağın kendi yargıları ve
bunların sürekliliğidir. Tarihin bir parçası olmak istiyorsak ne
dün, ne yarın olarak değil, bugün olarak onda rol almalıyız. Düne ya
da yarına sığınarak kendini yadsımak bazı kimseler için mümkün olsa
da bütün çağ için mümkün olamaz.” (28) Ayrıca, bir eserin
sağlamlığını anlamak için zamana bırakmalıyız, zamanın şaşmaz
değerlendirmesiyle test etmezsek o eser hakkında yanılmamız kuvvetle
muhtemeldir, şeklindeki düşünceyi de doğrusu pek “kandırıcı” bulmaz:
“Bugün çıkan bir yapıtta bizim kolayca görebileceğimiz öyle canlı
yönler vardır ki yarınkiler için onların keşfedilmesi mümkün olamaz,
ya da çok güç olur. Kaldı ki nazari olarak hiçbir sebep yoktur ki
çağdaş yapıtların da hakkını veremiyelim, kendimizi yabancı
unsurlarından koruyamıyalım.” (28)
Meselenin; hem Cöntürk’teki değişim fikrinin, hem de
Cöntürk’ün edebiyat ve eleştiri anlayışının bamteli buralarda bir
yerdedir: Tarihin parçası olmak istiyorsak onda “bugün” olarak yer
almak ve “bugünün” eserini “bugün” değerlendirmek.
Bütün bunların ışığında, Cöntürk’teki değişim fikrinin
Marksizm’deki diyalektik felsefeyle izah edilemeyeceğini iddia
etmek, sanırım “kandırıcı” bir yaklaşım olur. 1950’li yıllarda
Marksizm’in yetersizliğinin, savaş sonrası dünyanın aldığı yeni
şeklin doğru okunmasının sonucudur Cöntürk’ün eleştiri anlayışının
motoru mesabesindeki değişim fikri. Cöntürk dünyanın resmini “doğru”
çekmiştir! Resim, Cöntürk’teki değişim fikrinde tam karşılığını
bulmuştur.
“Doğru” demişken, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün
yaptığı açıklamaya göre, memleketimizdeki hava sıcaklıklarının
yıllar itibariyle tespit edilen en yüksek sıcaklıklar sınırına
ulaştığı şu günlerde (7 Temmuz 2000), oflaya poflaya kurduğumuz onca
cümleyi kelimenin bütün anlamıyla uçuracak “doğru” kelimesine
ilişkin şu mühim bilgiyi sizlerden esirgememeliyiz: Cöntürk
“doğru”ya inanmaz bir eleştirmendir: “Buna göre, ‘dünya görüşü’
felsefesinin anlamları epi çeşitlilik göstermekte, bundan ötürü de
‘aynalar’ çoğalmaktadır. Dikkati çeken bir nokta, bu aynalardan
birine inanan, ona kendini kaptıran bir kimsenin çokluk öteki
aynalara da kendini kaptırmaktan kurtaramadığıdır. Biz kendi
hesabımıza, yukarda belirtmeğe çalıştığımız üzere, Yetkin ve
Mengüşoğlu gibi kimselerin inandıkları aynalardan, ‘ayniyle’
gösteren aynaların varlığından şüphe ederiz. Bizim kabul
edebileceğimiz aynalar, bire-bir değil, çarpık gösteren aynalardır,
bizi gerekirci etmeyen aynalardır.” (61) “Ayna” yok anlayacağınız.
Gerçi çarpık aynalar durumu biraz kurtarıyor. Hele bir de şu
satırları eklersek: “Her yeni gelen sistem eskisinin bırakılması
sonucunu doğurur ve bırakılan sistem başka kılıkta da olsa bir daha
baskınlığı ele alamaz. Her yeni gelen eskisinden ileridir, iyidir.
Bu söylediklerimiz hiç değilse modern eleştirme için, Coleridge
(1772-1834) sonrası eleştirmesi için doğrudur. İyisi dururken,
yenisi varken eskiyi kullanmak ne bilimlerin, ne de eleştirmenin
anlayışına uygun değildir.” (Cöntürk 1958, 47) Ne dersiniz! Tam bir
ibnü’l-vakt! Öyle değil mi!
Buna mukabil Cöntürk, kendisini ilgilendiren şeyin
“ilerleme ve gerilemeden çok, sağlam fikirler” olduğunu söyler.
Çünkü yarınki eleştirimiz bu sağlam fikirler üzerine kurulacaktır.
Bunun için eleştirmenler, sanatçıların “dünkü göreneğe bağlı
edebiyatların kıskacından kurtulup, günün duyarlığına en uygun düşen
anlatım yolunu bulmalarında” (47) onlara yardım etmelidir. Çağın
duyarlığı “öyle kompleks bir nesnedir ki bu duyarlığın en etkili bir
şekilde nasıl ortaya konulacağı, olsa olsa şairlerce ve eyi
eleştirmenlerce sezilebilir. Duyarlığın değişmesine rağmen eski
ritimlere sarılmakta devam edenler ‘çağının şairi’ sayılamaz.”
(Cöntürk1960, 32) Millete anlatamadığımız budur!
Cöntürk kitaplarında yer yer şu mânâya gelen uyarılarda
bulunur: “Diyorum ki, biz bugünkü eleştirmeciler kuşağı, yapacağımız
şeylerin çokluğu ve güçlüğünü kavramazsak, yarınki kuşak içinden, bu
satırları yazana benzer biri çıkıp bizim de kendilerine bir şey
devretmediğimizden yakınabilir, asıl önemli olan, yarınkilere karşı
haklı olmaya hazırlanmaktır. Bu da, her şeyden önce, çalışmayı göze
almakla olur.” (Cöntürk 1962, 5-6) Ben kendimi Cöntürk’ün yarını
kabul ediyorum. Cöntürk’ün kitaplarını kemâl-i ciddiyetle okudum.
Hesap açık: Cöntürk yırtmış! Borcu yok!
Kaynakça:
Cöntürk. Hüseyin (1958) Eleştirmeden Önce. Kültür
Matbaası; (1960) Çağının Şairi. a Dergisi Yayınları; (1962)
Günlerin Götürdüğü Getirdiği. Ataç Kitabevi.
Osman Özbahçe
|
|