|
Söyleşi: Murat
Tokay
Böyle bir kitap
çalışması 1980 kuşağı üzerine son dönemde yapılan tartışmalardan mı
doğdu?
Kitabın başında Tanpınar’a yarım sayfalık bir ithaf var.
Orada da belirttim. Bu çalışmanın ilk kıvılcımlarını Tanpınar’ın
“Son 25 Senenin Mısraları” başlıklı seri yazısına borçluyum. Ben de
Tanpınar’ı örnek alarak 1980’lere ilişkin tuttuğum notları, yaptığım
küçük çözümlemeleri, altını çizdiğim dizeleri ses ve içerik
açısından yakaladığım ayrıntıları 2000’li yıllara getirmiştim. Bu
yazılar Gösteri dergisinde “Son 25 Yılın Dizeleri” başlığı altında
yayımlandı. 80 Kuşağı şiiri üzerine oylumlu bir çalışma yoktu.
Olması gerekiyor muydu? Bence gerekiyordu; çünkü 80 Kuşağı şiiri
2000’lerin ortasında olgunlaşmış, tamamen olmasa bile kuşağın usta
şairleri belli olmuştu. Bir yandan Haydar Ergülen, Tuğrul Tanyol,
Metin Celal, Enver Ercan, Mehmet Müfit gibi imgeci şairler diğer
taraftan Adnan Özer, Hüseyin Ferhad gibi folkloru veya mitolojiyi
önceleyenler, Şavkar Altınel, Roni Margulies gibi anlatımcılar,
Lâle Müldür, Gülseli İnal, İhsan Deniz , Mehmet Ocaktan, Hüseyin
Atlansoy gibi mistik-metafizik şiiri temsil edenler... Böyle bir
şiir vardı ortada. Bunları toparlama ve akademik kaynak oluşturması
düşüncesiyle bir çaba içine girdim ve bu kitap ortaya çıktı. Sözün
özü Tanpınar’ın “25 Senenin Mısraları” yazısı kitabın ilk çıkış
noktasıdır.
Kitabın ismi
1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası. Bu dönem şairleri ortak bir
manifesto ile ortaya çıkmadılar. Siz kitapta bu dönemin 'poetik'
anlamda Türk şiiri içindeki yerini ortaya koyuyor, fotoğrafını
çekiyorsunuz. Nasıl bir gayretin sonucu bu kitap ortaya çıktı?
Epeyce bir dergi ve kütüphane tozu yuttum. Sağolsunlar;
Yapı Kredi, Varlık ve Dergâh yayınları arşivlerini açtı. Bunun yanı
sıra 80’lerin ortalarından beri biriktirdiğim özel arşivim vardı.
Dergiler, gazete kupürleri, şiir kitapları, söyleşiler, şairlerle
oturup konuştuğumda aldığım notlar… Bütün bu arşiv ve kaynak
çalışmalarından sonra böyle bir çalışma ortaya çıktı. Kitabın ismine
gelince; kuşağın ikili bir tanımı var malum. Bir manifesto etrafında
ürün ortaya koyan şairler gurubu, bir şairler kuşağı tanımı, bir de
sosyolojik tanımı. Ben daha çok sosyolojik tanımından yola çıktım.
Yani yaş grubu, yaş dönemi, doğum yıllarının yakınlığından hareket
ettim. Bu kuşağın da kendi içinde çeşitli gruplaşmalarının olduğunu
gördüm. Ayrıştırmaları yaparken imgeci şiir, anlatımcı şiir,
mistik-metafizikçi şiir vs.; bunları poetik açıdan, şiir anlayışı
açısından değerlendirdim.
80 kuşağı
şairlerini ortak bir noktada buluşturan neydi? Neyi önemsiyorlardı?
Öncelikle en çok önem verdikleri şey gelenek.
Denebilir ki 1980 Kuşağı şiiri, gelenek çıkışlı bir şiirdir; ama
“geleneğe yaslanan” anlamında kullanmıyorum bunu. Kimisi geleneği
reddeden, kimisi geleneği alıp içselleştirmeye çalışan, bir kısmı
gelenekteki belli başlı şairleri gündemine alıp gelenekle
hesaplaşmayı düşünen şair tipleri... Geleneğin çok çeşitli
katmanları, ayrışan noktaları, kendine özgü çizgileri aşağı yukarı o
dönemde yetişen şairlerin gündemine girmiştir. İkinci nokta ise
malum 1980’deki askeri müdahaleden sonra toplumsal hayatta, edebiyat
ve kültür hayatında çok önemli kırılmalar, değişiklikler oldu. Belki
söylediğim yanlış anlaşılacak ama yine söylemek istiyorum: 80’lerde
yaşanan bu kırılmanın edebiyatın ve şiirin yararına olduğunu
düşünüyorum. Çünkü 1970’lerde büyük ölçüde tek tipleşen, halk
şiirine veya toplumcu gerçekçi şiire yaslanan, benzer tarzda çok
şairin çıktığını ve böyle epeyce şiirin yazıldığını biliyoruz. 70
Kuşağı şiirinin “azalan verimleri” (kavramı Cemal Süreya’dan ödünç
aldım) sebebiyle o kuşak şiiri tıkanma noktasına gelmişti. Bu
anlamda o toplumsal değişimin de yönlendirmesi ile poetikada gelenek
ve gelenekteki şairler ile buluşan veyahut hesaplaşan, onları
yıkarak ya da onlardan bir şey alarak yola çıkan imgeciler,
anlatımcılar, metafizikçiler vs. gibi çeşitli şair grupları ortaya
çıktı. Bunlar da kendi anlayışlarını 25 yıllık süreç içerisinde
olgunlaştırdılar.
Eleştirmenler
tarafından 80’ler şiirinin 1970’lerdeki kötü şiire, slogancı şiire
tepki olarak ortaya çıktığı tespiti yapıldı, 70’ler şiirindeki
tıkanmayı ve ‘kötü şiiri’ neyle açıklıyorsunuz?
70’lerde şiir yazan kuşağın içerisine dahil olan ya da
kuşağın dışında tek başına çalışan şairleri düşündüğümüzde o dönemin
şiirine tek bir kavramla kötü şiir demek zor. Benim 70’ler
şiirindeki tıkanmadan kastım içerikte toplumcu gerçekçiliği
söyleyişte de halk şiirini öne çıkaran ve ona yaslanan şairlerdir.
Bunların içerisinde de çok güzel şiir yazanlar vardı. İşin ilginç
noktası bu kuşak şairlerinin bir kısmı iyi şiirlerini 80’lerden
sonra yazdılar. Bu anlamda 80 kuşağı şairlerine borçlu olduklarını
düşünüyorum. 80 kuşağı şairleri kendilerinden sonra gelen şairleri
etkileyebildikleri gibi kendilerinden önce gelen şairleri de
etkilediler. Şiir anlayışlarında değişmelere ve olumlu anlamda
yönlendirmelere neden oldular. Bunu İkinci Yeni de yapmıştı. İkinci
Yeni’den önce şiire başlayan pek çok şair de kendi şiir
anlayışlarını sorgulamış, poetika noktasında eksiklerinin veyahut
eskiyen yönlerinin farkına varmış, biraz İkinci Yeni’ye eklenerek,
biraz onlardan etkilenerek kendi şiirlerinde değişiklikler
yapmışlardır. 80 Kuşağı şairleri aynı etkiyi 70’lerden gelen bazı
şairler üzerinde yapmıştır.
80 kuşağını
beslenme kaynakları açısından değerlendirebilir misiniz?
Modernist Fransız şairlerini okuyarak şiirlerini oluşturmuş
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairler biryandan,
Behçet Necatigil gibi geleneği modernist açıdan ele alan isimler bir
yandan 80 Kuşağı şairlerini etkilemiştir. Yahya Kemal’e Ahmet
Haşim’e Şeyh Galib’e gidenler bile var ama esasen pek çok 80 Kuşağı
şairinin İkinci Yeni şairlerini daha çok gündemlerine aldıkları,
onların şiirine daha çok odaklandıkları söylenebilir. Bunun sebebi
de, bu şairler çok dillendirmeseler de, İkinci Yeni şairlerinin
bazılarının zaten 80’lerde yaşıyor ve eser veriyor almasıdır. Edip
Cansever, Sezai Karakoç, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Ece Ayhan
yaşıyor ve şiir yayımlıyordu; hatta bunların bazıları 80 Kuşağı’ndan
şairlerle buluşuyor, onlara şiir konusunda yol gösteriyor, öğüt
veriyor, hatta onlar üzerine zar atıyordu. Dolayısıyla 80 Kuşağı
şairlerinin önemli çıkış noktalarından biri olarak İkinci Yeni’yi
görebiliriz, bu durum biraz da “bir arada” olabilme pozisyonundan
kaynaklanıyordu. Temelde dediğim gibi gelenekteki şairlerle
hesaplaşma, gelenekte ne var ne yok onu yoklama 80 Kuşağı
şairlerinde daha belirgindi; ama bu tek tip bir gelenek anlayışı
değildi.
Kuşak şairleri
tarafından 80 şiiri, şiirin kendi ölçütleri içinde
değerlendirilebilmesinin, tekrar edebiyatın ve sanatın ölçütleriyle
ele alınmasının önemli bir durağı olarak görülüyor. Yine bu dönemde
dile ve işçiliğe daha çok önem verildiğini görüyoruz…
80 Kuşağı şairleri içeriğe de çok önem vermekle birlikte
şiirin estetikle bir arada yürüyen uğraş biçimi olduğunu
görmüşlerdi. Buradaki önemli etkenlerden biri, yakın dönemden,
kuşkusuz Behçet Necatigil’di; çünkü Necatigil şiir üzerinde çok
çalışan bir şairdi. Ben son kitaplarından hazzetmediğimi
söylemeliyim ama özellikle son kitaplarında bu çalışmayı görüyoruz.
Dolayısıyla 80 Kuşağı şairleri şiir üzerine çalışmayı, estetik
kategoriyi ve katmanları göz ardı etmediler. Dille ilgili duruma
gelince bu maalesef, benim kitapta “Yeni Garipçiler” diye
adlandırdığın şairlerde görüldü daha çok. Yani Sunay Akın, Oğuzhan
Akay, Akgün Akova gibi şairlerde imgeleri dil içinden yaratma gibi,
sözcük oyunlarına dayanma gibi özellikler öne çıktı. Bu da, şiirin
zararına oldu. Sözcüğe, dilbilimsel okumaya dayanan şiirlerin
şairleri yan yana gelmemiş sözcükleri yan yana getirerek çok çarpıcı
bir şiir yazacakları vehmine kapıldılar. Bu da şiirin zararına oldu.
Çoğu şu an şair olarak “yok” zaten. Daha çok, televizyonlarda,
gazete köşelerinde, stand up’larda karşımıza çıkıyorlar.
80’li yıllar
şiirine ‘hayattan kopuk, yapay sentetik’ şeklinde eleştiriler
getirildi. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? 80 kuşağı
şairleri hayattan kopuk bir şiir mi yazdı?
Büyük çoğunluğu temelsiz eleştiriler bunların. Önce “hayat”
dediğimiz şeyin ne olduğunu tanımlamamız gerekiyor. Eğer bir insanın
evinden çıkıp pazardan alışveriş etmesi, bir demircinin bütün gün
örs başında demiri dövmesi, bir terzinin gün boyu veya gecenin
ilerleyen saatlerinde kumaş kesip biçmesi, elbiseler dikmesi ise
hayat, evet bu anlamda 80 Kuşağı şairlerinin bazıları hayatın içinde
olmadılar denilebilir. Bu da aslında belli bir ölçekte doğruluk
taşır. Oysa hayat dediğimiz şey bundan ibaret değil. İnsanların iç
dünyalarında yaşadıklarının, okuduklarının da hayatın içinde
olduğunu, hayata dahil olduğunu düşünüyorum. Şairin hayatı şiire
dahildir ama okudukları, iç dünyasında yaşadıkları da hayatına
dahildir.
O eleştiri şu
mantıkla getiriliyordu. Açlık, sefalet, yoksulluk var. Ama bu
şairlerin şiirinde göremiyoruz şeklindeydi.
Maalesef bu da temelsiz bir eleştiri. Haydar Ergülen’in,
Tuğrul Tanyol, Metin Celâl veya Osman Konuk’un, Hüseyin Atlansoy’un,
Mehmet Müfit veya Akif Kurtuluş’un şiirlerine bakın. Bu şiirlerde
hayatın içindeki ayrıntılara odaklanıldığı için, hem bunları okuyup
bulmak şairlere ya da eleştirmenlere zor geldiği için orada
anlatılanları görme yeteneğinden yoksun oldukları için toptancı bir
reddiyeyle yoktur deniliyor. 70 Kuşağı şairlerinin poetikasına sahip
olan, öyle düşünen insanların yaklaşımı 80’lerde de belirleyici
olmaya devam edecek idiyse ne gerek vardı ki yeni bir şiire? 70
Kuşağı yapmıştı bunu zaten. Şiir değişen bir şey olduğu gibi dönüşen
bir şeydir. 80 Kuşağı şairleri hem hayatı hem şiiri hem de
hayat-şiir, şiir-hayat ilişkisini dönüştürerek yazdıkları için bu
eleştirilere maruz kalıyorlar. 1990’larda veya günümüzde yetişen
bazı şairlerde de bu eleştirileri görüyoruz. Onlar da yazdıkları
şiirin hayatla birebir ilişki içinde olduğunu insanı merkeze
aldığını kör gözün parmağı hesabı göstermek istedikleri için 1980
Kuşağı şairlerini eleştiriyorlar. Yani biraz, kendine yontma,
kendine alan açma durumu var bu eleştirilerde. Psikolojik bir durum!
Hiçbir şair, eleştiriyle kendine yol açamaz; şairin yolunu ancak ve
ancak şiiri açar!
1980’lere gelene
kadar edebiyatta bir kamplaşma vardı. Askeri darbenin ardından
şairlerin bu kamplaşmalara yüz vermediğini görüyoruz. Farklı
düşüncelere sahip şairler aynı dergi sayfalarını paylaştılar. Bu
yakınlaşmayı nasıl açıklıyorsunuz? Şiire katkısı oldu mu?
Başta da söylemiştim 80’deki askeri müdahalenin şiire,
edebiyata yararı olduğuna kuvvetle inanan biriyim. 70’lerde
kamplaşma sebebi ile insanların dünyaları ayrışmıştı. 80’lerden
sonra bunlar büyük ölçüde ortadan kalktı. Üç Çiçek, Poetika,
Fanatik, Şiir Atı gibi dergilerde dünya görüşü ayrımları yerini
poetik dayanışmaya, şiirsel dayanışmaya bırakıyor. Yönelişler’de
farklı gruptaki şairler şiir yayımladılar. Kuşkusuz bu olumlu bir
şey. İnsanları yakınlaştırması, hem de poetikanın tek tip bir çizgi
ile var edilemeyeceğinin anlaşılması açısından. Sonuçta ne oldu bu
şairler bir araya geldiklerinde şiirden, İkinci Yeni’den, gelenekten
bahsettiler. Solda olan bir şair de Necatigel’e aynı poetik gözle
baktı, sağda olan şair de aynı gözle baktı ve Necatigil gerçek
değerini buldu. Öteki büyük şairlerimiz için de aynı sonuç ortaya
çıktı; örneğin Tanpınar, Dıranas… 80’lerden sonra bu yakınlaşmanın,
bir arada olabilmenin tek tipleşmeyi engellemesi mutlak anlamda
şiirin yararına oldu.
Kitapta yaygın
söyleyişle “İslamcı şairler”i “mistik-metafizikçi” şiir anlayışına
dahil ediyor, değerlendiriyorsunuz. Metafizikçi şiir tanımına
herhangi bir itiraz geldi mi?
Gelen tepkilerin büyük çoğunluğu olumlu oldu. Eski kuşaktan
şairlerin de yeni kuşaktan şairlerin de İslamcı şiir veya benzeri
etiketlemelere itirazları vardı. “Marksist şair, kadın şair,
öğretmen şair” nitelemeleri nasıl yanlışsa, aynı şekilde “İslamcı
şair” sözü de yanlıştır, siyasi bir etiketlemedir. Böylesi
etiketlemeler şairleri di şiirleri de sınırlar, şiirde var olan
zenginliği görmeyi engeller. Şiirde daraltmaya yol açtığı için böyle
etiketlemelere her zaman karşı olmuşumdur. Ayrımların şiir içinden,
şiirin kategorileri içerisinden, yazılan şiirden yola çıkılarak
yapılmasından yanayım. Geçen ay İhsan Deniz’in bir yazısında bir
eleştiri geldi “metafizikçi” kavramına. “Metafizikçi”deki “-çi”
ekinini “metafiziği kullanan” anlamına gelebileceğini, burada soru
işaretleri olduğunu söyledi. Umarım öyle anlaşılmaz, o zaten benim
kaçtığım bir şey. “Mistik-metafizikçi” başlığı altında anlattığım
şairlere bakılınca bu görülür zaten. Aynı başlık altında Lâle Müldür,
Gülseli İnal, İhsan Deniz Mehmet Ocaktan var. Sırf bu buluşturma,
birleştirme bile orada “mistik” ve “metafizik” kavramlarının bir
etiketten ziyade o şairlerin söyleyiş ile içeriği nasıl
buluşturduklarını söyleme derdinden kaynaklanan bir ayrım olduğunu
gösterir bence.
Şair Osman
Çakmakçı 80’li yılların belli başlı şairlerini yok sayarak “80’ler
Şiiri tasfiye edilmelidir” görüşünü savunmuştu. Peki siz ne
düşünüyorsunuz? 80’ler Şiiri miadını doldurdu mu?
80 Kuşağı tasfiye ile yok edilecek yahut da Türk şiirinin
dışına itilecek bir kuşak değil. Bu söylemi geliştiren arkadaşlar
her nedense 90’larda şiir dünyasının içerisine giren arkadaşlar.
Daha çok, bir 90 Kuşağı’nın var olduğunu ortaya koymak düşüncesiyle
bu söyleme girdiler; ama bu tasfiyeyle filan olacak bir şey değil.
90 Kuşağı diye bir kuşak yoktur; çünkü 1980 Kuşağı şairleri önemli
eserlerinin çoğunu 1990’larda verdiler. Bana gelince; ben 80 Kuşağı
şiirinin zorla tasfiyesine inanmıyorum ama miadını doldurduğunu
düşünüyorum. Bu şairler olgunluk ürünlerini 90’larda verdiler. En
son 80 Kuşağı’na mensup birçok şairin toplu şiirlerini yayınlamaları
artık bir “toparlanma” içerisinde olduklarını gösteriyor. 90’ların
sonuyla ve 2000’li yılların başında şiir yazan bazı arkadaşlar
olarak biz bu şiirin tıkandığı noktaları biliyoruz. Azalan
verimlerini biliyoruz. Küreselleşmeye karşı bir itiraz 80 kuşağı
şairlerinde neredeyse yok, bazı küçük şiirleri, şiir parçalarını
saymazsak. Ama bu esas bizim sorunumuz, 1990’ların sonlarıyla
2000’lerde başlayan kuşağın sorunu. Sırf bu söylem bile bir kuşağın
bittiğini yeni bir söylem geliştiren kuşağın başladığını, zaman ve
insan algısıyla birlikte gösteriyor. Bu ise tasfiyeyle değil kendi
miadını doldurmayla olan bir şey. Poetikanın ve tarihin birlikte
dayattığı bir şey. Bu bakımdan 1990’larda şiir yazan ama belli bir
yetenek sınırını aşamayan bir-iki vasat şairin “organik”, “sentetik”
ve sözümona “felsefi” çığlıkları kimseyi aldatmamalıdır!
Edebiyat ve şiir
dergilerini çok iyi takip ettiğinizi biliyoruz. Son üç yıldır
“Dergilerde Şiir” başlığı altında değerlendirme yazıları
yazıyorsunuz. Günümüzde genç kuşak şairler yeni bir ses ortaya
koyuyorlar mı? 2000 Kuşağı’ndan bahsedebilecek miyiz?
Yıl dökümlerini, dergilerde şiiri iki yıl Şeref Bilsel ve
Cenk Gündoğdu’nun çıkardığı Şiir Defteri’nde hazırladım. Daha
önce kendi dergimde, Budala’da bir yıl aynı şeyi yapmıştım.
Büyüğünden küçüğüne, bütün dergilerdeki şiirleri tek tek okuyarak
bir tek dizenin bile kaybolmamasını isteyerek bunları yaptım. Şu
anda da (2007’nin Şubat sayısında Kitap-lık dergisiyle
birlikte verilecek olan) YKY Şiir Yıllığı’nı hazırlıyorum.
Her çalışmada tutumum aynı olmuştur; benim için önemli olan, şiirin
niteliği, yeniliği, tazeliği, özgünlüğüdür. Seçimlerimi ona göre
yaparım. Kuşak meselesine gelince; elbette 2000’lerde yeni,
yenilikçi bir kuşaktan bahsedebileceğimizi düşünüyorum. İki nedenden
düşünüyorum bunu: Birincisi 80 Kuşağı şairleri 90’larda olgun
eserlerini verdi ve 2000’li yıllarda bu kuşağın şiiri azalarak
tıkanma noktasına geldi. Hem tarihsel olarak, hem sosyolojik açıdan
hem de poetik açıdan baktığımız zaman 2000’lerde değişik şeyler
oluyor. İmgenin modern serüvenini yeni zamanların sancılarıyla,
kırıklıklarıyla, dönüşümleriyle var eden şairler bir yanda
çalışıyor; ki ben kendimi bunların arasında görüyorum. Modernist
imgeci diyebileceğimiz bir şiir bu. Küreselleşmenin, postmodernizmin
sulandırıcılığına, yıkıcılığına itirazlar var bu şiirde. Öte yanda
Epik şiir tartışması var; Hakan Arslanbenzer, Eren Safi, İsmail
Kılıçarslan gibi isimlerin çabaları var. Derkenar’da toplanan
Hüseyin Akın, Esra Elönü, İbrahim Tenekeci gibi iyi şairlerden söz
edilmeli. Son zamanlarda Heves ve Poetik Hars
dergileri etrafında toplanan (bir ara Ücra dergisinde
soluklanan) deneyselci şairler var. Serkan Işın, Ömer Şişman, Mehmet
Öztek gibi. (Ali Özgür Özkarcı, Zeynep Arkan, Burak Acar gibi
şairler de Heves’te şiirlerini yayımlıyorlar ama ben onları
farklı çizgilerde görüyorum.) Haiku ile falan oyalananları da
unutmamalıyız! Bu değişik kırılmalar, değişik yollar bile 80’lerin
içerisinde çok olmayan şeyler.
Siz aynı zamanda,
editörlüğünü üstlendiğiniz Budala dergisinde 2003 yılı
sonunda “Soylu Yenilikçi Şiir" manifestosunu yayımladınız. Niçin
böyle bir manifesto yayınlama ihtiyacı hissettiniz?
Ben 80’lerin ortalarından itibaren kuşak şairlerinin
dergilerini takip eden, kitapları hakkında yazılar yazan, poetik
serüvenlerini izleyen ve bunlar hakkında hem akademik bağlamda hem
de poetik bağlamda yazılar yazan biriyim. 80 Kuşağı’nın poetik ve
sosyolojik anlamda nerede başlayıp nerede bittiğini görmek için de
böyle yapmak lazım zaten. Dergilerdeki şiirleri, söyleşileri,
yazıları okuduğunuz zaman bu tıkanmayı hazırlayan koşulları da
görüyorsunuz. Çok iyi kitaplar yayınlamışlar, poetik söylemlerini
olgunlaştırmışlar, toplu şiirleriyle tam bir olgunluk sürecine
girmişler, bunlar görülüyor. Oradan yeni bir şey çıkar mı? Bir
İlahi Komedya yazabilirlerse, bir Kötülük Çiçekleri
ortaya koyabilirlerse, bir Ben Ruhi Bey Nasılım veya
Dünyanın En Güzel Arabistanı yazabilirlerse müthiş bir yenilik
çıkar. Ama bu, gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir şey! Bu tip
yenilikleri daha gençlerin, bizim aramızdan şairlerin
yapabileceğini, hatta yaptığını söyleyebilirim. Her kuşak mutlaka
çok iyi birkaç şair çıkarıyor ve kuşağı da onlar temsil ediyor.
Benim bildirim, 80 Kuşağı’nın bittiği bir yerde yeni bir çıkışın
yapılması gerektiğini sezen, önümüzdeki dönemde şiirin hem nasıl
olabileceğini hem de nasıl olması gerektiğini sezmiş olduğunu
düşünen bir şairin yazdığı bir manifestoydu. Orada hem 80 Kuşağı’nın
bittiği noktalara temas ediliyor hem şiirde imge nedir, söyleyiş
nedir, yeni dönem şiirinde bunların nasıl oluşturulması gerekir,
küreselleşme karşısında, her şeyi sulandıran postmodernizm
karşısında şiir ne yapabilir, şair nasıl bir duruş sergileyebilir,
sergilemelidir sorularının yanıtları aranıyor. Bunları ortaya koyan
bir bildiri çıkışıydı “Soylu Yenilikçi Şiir”. Yani dönem açısından,
bir dönemin bittiği ve yeni dönemin başladığı noktayı işaret etmesi
açısından yazdığım bildirinin önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii,
asıl kararı edebiyat tarihçileri ve zamanın ruhu verecektir.
80 şiiri Üç
Çiçek, Poetika gibi dergiler etrafında şekillendi. İleriki
yıllarda hangi dergiler, 2000’lerin kuşak dergileri olarak anılacak
sizce?
Öncelikle izin verirseniz Budala’yı söylemek
isterim. Nedeni şu: Budala 1990’ların sonlarıyla 2000’lerin
başlarında şiir ortamına girmiş, şiiriyle varolmayı denemiş
şairlerin çoğuna sayfalarını açmış bir dergiydi. İlk sayıyı 1994’te,
son sayıyı 2005’te çıkardım; demek ki yaklaşık 10 yıllık bir zaman
dilimi var ve bu zaman dilimi tam da bir dönüşümün gerçekleştiği,
yeni bir şiirin ayak seslerinin duyulduğu zaman dilimidir. Esasen,
çıkış nedeni ve amacı da buydu. Uzun müddet, bizden yaşlı şairlerin
şiirlerine yer vermedim dergide. Sürekli olarak yazan Haydar Ergülen
bir istisnaydı; o zaten her zaman genç biri olduğundan benim için
bir onurdu onun Budala’da sürekli yazması. Şimdilerde ilk
kitaplarını, ikinci kitaplarını çıkaran veya çıkarma hazırlıkları
yapan en azından 20-30 genç şairin yolu bir şekilde Budala’ya
uğramıştır. Sözgelimi Deniz Durukan, Şeref Bilsel, Özcan Erdoğan,
Cenk Gündoğdu, Sevecen Tunç, Mehmet Öztek, Ali Özgür Özkarcı,
Nurduran Duman, Ataman Avdan, Serkan Işın, Mustafa Fırat, Berna
Olgaç, Hasip Bingöl, Mustafa Atapay, Şakir Özüdoğru vd. Bu gibi genç
şairlerin şiirlerini Budala’yla paylaşmış olmalarından hem
Türk şiiri adına hem de kendi dergicilik serüvenim adıma gurur
duyuyorum. Evet, Budala bu anlamda, bir yönüyle bir kuşak
dergisi sayılabilir rahatlıkla. Gerçi daha önceki kuşaklardan da
küçük İskender’den Halim Şafak’a, Hulki Aktunç’tan Nuri Demirci’yi,
Serdar Koçak’tan Gülseli İnal’e pek çok şairin şiirleri yer almıştır
Budala’da ama bunların sayısı ötekilere göre çok azdır. Ben
bir de Budala’da şiirleri şairlerin yaşına (kıdemine!) göre
sıralamazdım, kendimce bir sıralama yapardım. Kimi zaman çok genç
bir şairin şiiri ilk sayfada, yaşlı birininki arka sayfalarda
olabilirdi. Böyle davranarak “kuşak dergisi” kimliğini korumaya
çalışmamın nedeni yeni şiirin soluklanmasına, zemin bulmasına
karınca kararınca yardımcı olabilmekti. 1990’larda ve 2000’lerde
genç şairlerin çıkardığı dergilerden Üç Nokta, Öteki-siz,
Derkenar, Mühür, Ada, MerdivenŞiir, Şiiri
Özlüyorum da benim severek izlediğim, zaman zaman yazdığım
dergiler arasında. Üç Nokta son yıllarda yayımladığı
nitelikli şiir yıllıkları arasında olan Şiir Defteri ile ve
düzenli, nitelikli dosya sayılarıyla hayli dikkat çekti. Yanı sıra,
şiir anlayışlarıyla buluşamasam da Fayrap, Kökler, Heves, Poetik
Hars gibi dergilerin dönemin ruhunun anlaşılmasında, yeni kuşak
şairlerin yapıp ettiklerinin kavranabilmesinde çok önemli olduğunu
yadsıyamam. Bunlardan Heves başlangıçta farklı bir kimlikle
çıkmıştı, sonradan bir kimlik değişimine uğradı ve şimdi daha çok
“deneysel, somut” çalışmalarla adından söz ettiriyor. Şu anda
söyleşinin canlılığı içerisinde aklıma gelmeyenler varsa beni
bağışlasın dergici ve şair arkadaşlar.
(Kitap Zamanı, 1 Ocak 2007, sayı 12)
|
|